16 Ekim 2015 Cuma

Bir ecaayip İmam !

Çetin bir kış var o yıl . Camlar buz tutmuş , Son katta oturuyoruz petekler yetmemiş iki kat almışız.  Annem el örgüsü kazak işlemiş alacalı turuncu da var , mavi de var içinde boğazını iki kat örmüş bir ters iki düz bir ters iki düz. Akşamları turuncu gökyüzü, her gece kar yağıyor . Kızlı erkekli kar topu oynuyoruz .Yasak değil o zamanlar kızlı erkekli takılmak. Parmaklarım buz tutmuş. Soğuk ciğerlerime işlemiş dudaklarım mosmor , yine de oyundan çıkmak istemiyorum erkekler daha sert atıyor kar topunu.İsabet, istatistiği yüksek. Taak diye burnuma değiyor kartopu; nereden geldiğini bilmiyorum, beklemiyorum, şaşırıyorum. Buz tutan burnum, soğuktan bıçak gibi keskin soluklarım yetmezmiş gibi bir de kar topu ağır darbe vuruyor burnumun ucuna darbelere erken alışıyorum  . Sırılsıklam olmuşum ateşin başına gidiyorum ısınmak için,  çocuklar da geliyor yanıma bir adam yanı başımızda gözlüklü, güleç, tonton
Nimet amcaya dair hatırladığım en net kare o kış gecesine ait. Ocak soğuğu var . Bir tenekenin etrafında toplanmışız ateş yakmışız ellerimizi ısıtıyoruz. Oturan tek bir kişi var . Bir iskemlenin üstünde bacak bacak üstüne atmış. Bir ayağının üstüne ellerini bağlamış bir “amca” . Tombik , orta boylu, yuvarlak yüzlü yuvarlak gözlüklü biriydi. Gözlükleri incecik metalden yapılmış yuvarlak yüzüyle yapışıktı sanki ... Ateşin başında hikayeler anlatırdı bize. Elimi yakmıştım o gün “soğuk taşları ellerine koy, ateşini alır” demişti. Canım acımasina rağmen anlattığı hikayelerden mahrum kalmak istemediğimden sızlaya sızlaya dikilmistim o ateşin başında, diğer çocuklarla birlikte. Huzurla dinlerdik alim selim biriydi. Yumuşak bir ses tonu vardı, tane tane konuşurdu . Her söylediğini anladigimizdan emin olmadan devam etmezdi. En fazla sekiz yaşındaydım ama sesindeki dinginliği anlayabiliyordum. Herkes çok severdi apartmandaki her sorunu çözerdi. Geçmiş olsunlara,  düğünlere,  taziyelere 36 hanesi olan apartmanın tüm mensuplarını toplardı.  Bayram ziyaretlerine 36. Daireden başlar evin erkeklerini toplayıp en alttaki daireye kadar giderdi. Apartmanın erkekleri aşağıda muhabbet ederlerdi. “Cem “ ne demek bilirdik. Babalarımiz aşağıda muhabbet ederken bizlerde güvenle şeker toplardık. Bayramlar kış gününe denk gelirdi  ama kimse üşümezdi . Bilirdik Nimet Amca’ nın marifetiydi. Saygın ve iyi biri olarak anılırdı. “imam-lik” mesleğini hakkiyla yaptığını düşünürdü herkes. Hiç suratını astığını görmedim . Bir gün hariç. Bizim mahallenin imamiydi. Yeşil minik bir camide.. Mezarlığa bakan üst katındaki lojmanda kalmak istememişti. O koca mezarlıkta binlerce  kişinin Fatiha’sını okumuştur . Yazları kuran kursuna giderdik . Başımızın üstünde tutarak Musab’ı kahvelerin önünden geçerdik. Adamlar ayağa kalkardı.  Bilirdik mühim bir iş yaptığımızı.  Onun dışında her türlü haylazlığı yapan biz , is Kur’an’ a gelince ciddileşirdik. Kurs çıkışında. Göznuru örtülerin içinde saklanan Kurân’larimizi mezarlığın duvarına ıtinayla bırakır ; mezar başlarındaki dutları yerdik. “Kırmızılar bulaşırdı eteklerimize...” Mezarlık öyküleri anlatır korkuturduk birbirimize, ağacın en yüksek  dallarına kimin çıkacağı hep muamma olurdu aramızda. Yerdik dutları , taşırdık başımızda Kurân’ı,  yerden kaldırıp öperdik ekmeği..
   Bir sabah huzursuz bir hava ... İlk o zaman anlamıştım kara haber tez duyulurmuş.
Bir sabah şaşkın fısıltılar... Apartmanın tüm kapıları açık , her merdiven başında üç beş insan . Ne kadar da konuşmaya meraklı ölünün ardından.
Bir sabah “ölüm buz gibi”... Melle Nimet intihar etmiş.
Bir sabah koşuşturma... Can havliyle koşuyoruz mezarlığa. Bir dut ağacına asmış kendini, başı yana düşmüş, morarmış yanakları, gözlüğü bir kulağından sarkmış.Ağır çekim de izliyorum, yaklaşıyorum kalabalığın arasından dut ağacına doğru, en kırmızı meyve vereninden karşı apartmandan görmüşler sabaha kadar dolanıp durmuş mezarlikta . Yağmurlu bir geçeymis.   Usumus odun yakmış sabah ezanına kadar oturmuş ateşin başında. Incecik bir ipe asmış kendini hayret diyordu görenler nasıl kopmamis bu ip uzun süre can çekişmiş hırıltıları duyulmuş etraftan.  Asıktı suratı bodur bir dut ağacının alçak dallarına asılı bu adam , belli ki bir yani belki kurtulurum diye yüksek dallara çıkmayı istememişti,  belki ip kopar belki ayağım yere değer... Belkilerle beraber acabalar,  kimbilirler var aklımda:
ACABA yaşamdan, çocuklarından kopacak kadar neydi yüklendiği sırtına ?
KİMBİLİR kaç defa  insan canına kiymanın ne kadar kötü olduğunu öğütledi cemaatine? 28.09.2015 /03.08
Diyarbekir