‘’Öğretmenim Bugün Yusuf Gelmeyecek’’
İlk mesleğe başladığım gündü. Öğretmen bir anne ve babanın çocuğu olarak idealist başlamıştım mesleğe… Her çocuğu eşit sevecek onların haklarını canım pahasına gözetecektim. ‘’Küçük okulun derdi çoktur.’’ Uyarılarına aldırış etmeden gözüm kapalı yazmıştım bu kırmızı duvarlı minik köy okulunu.
İlk gün( 7 Aralık 2010)
Okul müdürüne izin verirseniz çocuklarım...la baş başa kalmak istiyorum demiştim. ‘çocuklarım’ ne kadar da manidardı. O gün tanımıştım kuzucuklarımla ‘’ Benim adım YUSUF ‘’ demişti yanağı gamzeli bu yakışıklı. Aman Allah’ım kalbim çatırdamıştı. Eşitlik yeminimi bozuyor muydum? Dur daha bismillah ne çabuk çiğnedin kendini derken… O an ısındı kalbim; kalbine yanağındaki iki çukur gamzeye. Tüm çocukları seviyordum ama Yusuf bana daha yakın geliyordu. Yusuf’um daha masum bakıyordu. Tüm arkadaşlarının kalbini çalmıştı Yusuf. Herkes Yusuf’u çok seviyordu. Peltek konuşması, muzipliği, her şeyi yanlış okuması, okuduğu gibi yazması, kendine has üslubu ve fazlaca merhameti… Kısacası Yusuf’umuz nev-i şahsına münhasır olmasıyla sivriliyordu.
‘’ Öğretmenimizi Seven Gürültü Yapmaz.’’
Seviyordum öğretmenliği, başladığım gibi kararlı adımlarla ilerliyordum. Her çocukta başka, bambaşka bir dünya keşfediyordum. Öğretmenlik ne lisansta öğrendiklerimden ne de ders kitaplarından ibaretti. Rengarenk bir bahçenin bahçıvanıydım adeta, sanırsınız padişahın has bahçesi, bu bahçede türlü türlü çiçek vardı; kiminin suyu eksik, kiminin güneşi fazla, kimi tam kıvamında. Yaşatmalı, onarmalı, korumalıydım.’’ Görev kutsal, görev mukaddesti.’’
Veliler ablalarım, çocuklar evlatlarım olmuştu. Kocaman bir ailem vardı artık. Ablalarımla aramdaki uhuvvet gün geçtikçe artıyor; çocuklarımla ünsiyetim kuvvetleniyordu. Bende çocuklarımla hamur misali yoğruluyor, merhale merhale öğretmen olmaya başlıyordum. Gün geliyor yer değiştiriyorduk onlar minik öğretmen ben öğrenci, onlar güçlü ben aciz, onlar cesur ben korkak… Okul dışındaki tüm sıkıntıları onlarla aşıyor adeta şifa buluyordum. ‘’ Çocuklarım diyordum, çocuklarım’’ lafızdan çıkıp mana oluyordu. Aramızdaki bağı perçinlerken zaman su gibi akıp geçiyordu. Kılıktan kılığa giriyordum. Bahçıvan olmak yetmiyor anne, baba, çoban, doktor… Anne olup bağrıma basıyor, çoban olup kırlara çıkıyor, tamirci olup çivi çakıyor, doktor olup dişlerini çekiyordum.’’ Görev azizdi. ‘’ olmasaydı hiç verilir miydi peygamberlere öğretmenlik! Bunun şuuruyla yapıyordum öğretmenliği.
Soğuk havalarda birbirimize yorgan oluyorduk. Sarıldıkça gözler parıldıyor; parıldadıkça sanki arş-ı ala yere iniyordu. Onlarda beni çok seviyordu…
‘’ Öğretmenim ben biliyorum sen bizi çok seviyorsun.’’
Tatillerde birbirimizi arıyor aramıza hiçbir mesafenin girmesine izin vermiyorduk. Yusuf’umla yaz tatilinde de konuşuyorduk. Her gün her yediğinden iki tane; biri bana, biri kendisine..
‘’ Öğretmenimiz yazıktır.’’
‘’ Öğretmenim kim sana karışırsa korkma, senin arkanda ben varım.’’
Yeşil bakışlar sevgiyle yöneliyordu bana. Özgüveni, dürüstlüğü, babacan tavrı, kararlılığı onu okulun doğal lideri yapmıştı. Ben derse girene kadar sınıfı ve arkadaşlarını derse hazırlıyordu. Sağ kolum olmuştu, sağ gözüm olmuştu. Bazı günler okulda yalnız kalıyorum diye gelip yanıma oturuyordu.
‘’ Öğretmenim canınız sıkılmasın diye geldim yanınıza.’’
Karnımın acıktığını düşünerek bir parça ekmek ve şişeye doldurulmuş şekerli süt getirmişti. Gözlerim dolmuştu. Allah’ım söze ne hacet böyle bir sevgi için söze ne hacet. Söz bitiyor sükut dile geliyordu…
Öğretmenlik bir aşktı; aşkla, şevkle, tutkuyla bağlıydım mesleğime. Sadakat yeminimi etmiştim. Aşık ben maşuk ise birden çoktu.
(2 Kasım Cuma)
Okul genelinde dört öğrenci adaydı. Yusuf’um açık ara farkla birinci olmuştu. Gururluydum. Benim oğlum işte demiştim.
‘’ Öğretmenim başkan olmak için dua ettim kabul oldu.’’
Oğlumu gördüğüm son Cuma oldu. Pazar günü öğlen vakitlerinde üzerine düşen römork sonucu Yusuf’umuzu kaybettik. Kestirmeye kıyamadığım saçları kana bulanmış. Bir gün saçlarını öperken arkadaşım ‘’Diğerlerini de böyle öpüyor musun?’’ diye sormuştu.’’ Hepsini çok seviyorum ama o ciğerdir ciğer.’’ Demiştim. Ciğerimi yaktı Yusuf’um, Yusufcuk olup uçarken… Sorardı bana;
‘’ Öğretmenim sen ölünce mezarına hangi çiçeği bırakayım.’’ Şimdi o küçücük bedeni toprağın altındayken ben sana hangi çiçeği yakıştırayım Yusuf’um… Okulu başkansız beni sensiz bıraktın. Penceremde Yusufcuk kuşları, boynumda Yusufcuk kolyesi … öğretmenin yeni Yusuf’ları sevmek için hazırda bekliyor. Mekanın cennet , ruhun şad olsun…
En acı öğretmenler günü yazısını senin için yazıyorum. 04 /12 KASIM
hocam tevafuk rastladım yazınıza o kadar huzunlendim ki amlatamam siz harika bir öğretmensiniz görüşünüz fikriniz tebrik ediyorum sizi rabbim bana da yusufcuklar nasip etsin sevgi ile kucaklamak istiyorum hepsini...
YanıtlaSilOyyhh ne çok acı var �� ağladım çok. Gül yüzlü Yusuf'u Allah'ım cennetin de ağırlasın. Allah yardımcınız olsun
YanıtlaSilSevgili; gönül bahçemizde bir Gül.
YanıtlaSilBahçeye talan vurmuş,Gül biçare.
Okurken tüylerim diken diken olmasından mı , gözlerimden yaşlar akmasından mı , yüreğinizin güzelliği karşısında hayran kalmamdan mı bahsetsem ... İyi ki güzel yürekli öğretmenker var . Yusuf'a Allah'tan rahmet, Sevenlerine de başsağlığı diliyorum 🙏🌹
YanıtlaSilAyyy cok kotu oldum hocam.rabbim basta ailesine sonrada size sabir versin. Masallah cok guzel bir çocuk. Ama icimi dağladınız. 😭😭🥺
YanıtlaSilSözün bittiği yer mekanı cennet olsun 😭😭😓😓
YanıtlaSilAllah'tan rahmet sevenlerine başsağlığı diliyorum Allah Yusuf gibi iyi yürekli insanlarla karşılaştırsın Allah tüm evlatlarımızı korusun Allah kimseye evlat acısı vermesin
YanıtlaSil